top of page
  • Yazarın fotoğrafıŞarkılara Mektuplar

Ben böyleyim


“Ben böyleyim” derken,

tanır mısın benliğini yoksa

dayatır mısın kendini?

Kime haksızlık edersin

“Ben böyleyim” derken?

Kendi potansiyeline mi yoksa

yanında yörendekine mi?

“Ben buyum” dedirten inanç,

Sınırlar çizdirir kendi elinle.

Yaşamsa beklemektedir seni,

Sınırın ötesinde.

Yürek ürkek midir

bilinmeyen karşısında?

Yoksa bilmiyorum demek,

En büyük rehavet midir

Yol haritasında?

Cevap beklemediği soruları

Sorar gibi yapıp,

Merak etmediği cevapları

Boş bir defter yaprağında

arayan insan,

Sınıf tekrarındasın.


Bir düzenin sorumluluğu, onu kuranlardadır ya da en azından böyle olması gerektiği kabul edilir. O kurucular ki daha başlangıçta yarattıkları ortamın ahengini, sürekliliğini ya da en azından devamlılığı süresince yaşanılır olma halini gerçekleştirme sözü verirler kendilerine ve birbirlerine. Bizler sorumluluğu paylaşma deneyimini daha ziyade yetişkinlikte yaşadığımız beraberliklerde, çoğu zaman evlilikte, “yuva” olarak tanımladığımız evlerimizde yaşarız. Belki de yaşadığımızı sanırız.

Pandemiden önceki dönemde her evde bir şekilde yürüyen bir düzen olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bir evin günlük rutinlerinin çoğu kadınlar tarafından düşünülüp hayata geçirilirken, özellikle çalışma yaşamının içinde olan kadınlar bu sorumluluğun gereklerini eşleri ile değil ama çoğu zaman yardımcıları vasıtası ile paylaşmakta idiler. Dolayısı ile aslında o düzenin sahibi olan eşlerin sorumluluk paylaşımındaki adaletsizlik pek gün yüzüne çıkmadan , minik bir yer altı suyu gibi kendine akacak bir mecra bulmuş idi. Sonra bir sehpanın üzerindeki toz zerreciğinden katbekat küçük bir virüs, kocaman bir fay kırığı yarattı ve o görünmez olmuş adaletsizlik fokur fokur kaynayan bir yer altı kaynağı gibi gün yüzüne çıkıverdi. Şimdilerde çalışma hayatını evden sürdürenlerin yanı sıra kendilerini ev hanımı olarak nitelendirenler de dahil tüm kadınlar, her şeye yetişme gayreti içinde güçlerini son zerresine kadar kullanmaktalar.

Etrafımda görebildiğim ve dinlediğim kadarı ile kimi evde, tek taraflı yardım çağrıları hafif tınılarla duyulur gibi oldu, kimi evde ise yardım çığlıkları bir duvardan diğerine yankılanarak sönümlenip sustu. Bazılarında karşılıklı konuşmalar ve dinlemelerin ardından “eh bari bir ucundan tutar (mış) gibi yapayım”lar devreye girdi ise de “aman bırak ben tarif edinceye kadar tek başına daha çabuk bitiririm”lerle “mecburen” yarım bırakıldı:))) Ne yapılsındı, bu da bir meziyetti ve yaradılıştan bazı insanlara ve hatta bir cinse verilmemişti. İstenilse de yapılamaz, sorumluluğu kabul edilse de altından kalkılamazdı. Kurtarıcı cümle de “ben böyleyim” cümlesi idi.

“Ben böyleyim” sözü hangi anlamları içermektedir, doğrusu yukarıdaki süreçlerden sonra ciddi ciddi düşünme ihtiyacı yarattı bende. İnsanın kendine dair değerlendirmeleri aslında nasıl da kıymetlidir. “Kendini bilmek” ne büyük bilgeliktir ve bu kavram her toplumda nasıl da saygın bir yere sahiptir. Kendini bilmek; sınırını bilmek, haddini bilmek, kişisel özelliklerini, kendini karakterize eden yanlarını bilmek, eksikliklerini görmek, değiştirmek durumunda olduklarını fark etmek, değiştirme gayreti içinde olmak, değiştiremeyeceğini düşündüğün özelliklerle ilgili gerçekliğini kabul etmek ve benzerleri diye ifade edilebildiğinde olumlu bir anlam taşımaktadır. Bu gerekçelerden hareketle ifade edilen “ben böyleyim” sözü, içinde bir bilgelik taşımaktadır, kabul. Karşısındaki kişiden bu sözü duyan için de olumlu bir anlam ifade edecektir muhtemelen. Oysa “ ben buyum,beni böyle kabul et, değişmeye de hiç gayretim ve niyetim yok” anlamında kullandığında bu sözleri sarf edenin kendini bildiğini, kendine bakabildiğini ya da kendini tanıdığını söylemek mümkün müdür ? Bu ikinci halde, kendini tanımaktan mı yoksa kendini dayatmaktan mı söz etmek daha doğru olur? Öte yandan kolayı seçerek bu ifadeyi kullanan ve bu fikri benimser görünen kişi gerçekte sadece karşısındakine mi haksızlık etmektedir yoksa ortada kendine yaptığı bir haksızlık da var mıdır? “Ben buyum” dedirten inanç, insanın kendi potansiyelini kendi eli ile sınırlaması gibi bir haksızlığa da açık değil midir? İnsan denen varlığın gelişmeye açık bir potansiyeli olduğunu inkar edemeyiz. Acılar karşısındaki deneyimin içinden bilgece geçip yaşama devam edebilme yetisi, uzun eğitim süreçlerini başarma gayreti, yaratıcılık,yaşamın sınamaları karşısındaki onurlu duruş gibi eyleme dökebildiğimiz yaradılışımıza has bu tür özellikleri düşündüğümüzde, bir evin düzeninin sorumluluğunu paylaşma konusunda gösterilecek gayret, çok önemsiz ve basit bir örnekmiş gibi gelebilir. Aslında öyle midir? En basit gibi görünen bu sahiplenme, yaşamın devamlılığını sağlayan en vazgeçilmez ve neredeyse yaşanan her günün içinde yerini alan bir dizi rutinden ibarettir. Kadın ya da erkek her insanın benimsemesi ve birlikte yaşamanın söz konusu olduğu modeller içinde de paylaşılması gereken bir sorumluluk biçimidir. İşin trajikomik yanı ise, bu durumun çoğu zaman bir görevin paylaşımı gibi değil de karşısındaki kişinin asli görevine kısa süreli bir yardım etme zihniyeti içinde yaşanıyor olmasıdır. Dolayısı ile bu “yardıma” soyunan beyefendiler de çok nadir yapılacak bir işin nasıl yapılacağına ilişkin bir merak taşımamakta, “artık ne kadar yapabiliyorsam” zihniyeti içinde hareket etmektedirler. Dışarıdan komik görünen bu insanlık hallerimizin, uzayıp giden belirsiz pandemi sürecinde, içinde yaşayana hiç de sempatik gelmediğini tahmin etmek zor değildir.

Neredeyse her ailede var olan bu yaşamı paylaşamama halinin, toplumumuzun apaçık gerçeklerinden olduğu, pandemi sürecinde gözler önüne serildi diye düşünüyorum. Yüzyüze kaldığımız bu gerçekten hareketle günlük sorumluluklarla kucaklaşıp, kendi potansiyelimize açılarak neler yapabileceğimizi görmeye, hayatı birlikte sahiplenmenin hazzını yaşamaya davet ediyorum tüm yaşam öğrencilerini. Sınıf tekrarı yapmayalım lütfen.


Şubat/2021

Meltem Altınkaya

233 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Gül'den gelen

bottom of page