top of page
  • Yazarın fotoğrafıŞarkılara Mektuplar

Bahçede salgın düşü

Güncelleme tarihi: 18 Ağu 2020




Sevgili Banu,


Şu sıralar rüyalarla yaşıyorum desem abartmış olmam. Her sabah 6 buçuk 7 arası uyanıp bahçeye iniyorum. Hangi çiçek uyanmış, hangisi susamış, hangisi korkmuş gecede, hangisi hâlâ uykusunda gülümsüyor... onları seyrediyorum. Dün gece aynı salyangoz pembe sardunyaya içini boşaltmış mesela, izleri hâlâ duruyor. Bir gecede kızarmış mesela dutlar, güller açılıverniş gibi... Doğanın kendini açma, kapama hareketini izliyorum ve bu hareket güneş, toprak, su ve rüzgarla döllenince verdiği meyveleri seyrediyorum. Ben de o bahçede kendi ellerimden dikilen ve sulanan bir bitki olsaydım acaba ne meyve verirdim diye merak ediyorum. Nasıl bir açma kapama hareketim olurdu? Güneşle kendini açan, ayla kapayan bir telgraf çiçeği mi örneğin? Ne kadarını açardım içimin? Ne olursa dökerdim yaprağımı? Hiç kar görmemiş bir begonya mı olurdum? Sarışın karnı arıların gözdesi olan? Yoksa dört mevsimin sardunyası mı? Nar çiçeği renginde mi olurdum, gelincik inceliğinde bir mor mu? Bütün merakım bunlardan galiba:)


Doğayla kurulan bu ilişki dünyayı algılama ve duyumsama biçimimi değiştiriyor. Şimdi şimdi anlıyorum ki, ısrarla onları yazmam, onlardan esinle yazmam, her birini bir başlangıç cümlesi gibi açmam ... tüm bunlar karşıma aldığım, seyreylediğim bir dünyayı anlatmak ve yazmak uğruna değilmiş sadece. Duyumsamakmış asıl istediğim; yazdığım, seyre daldığım şeyin kendisine dönüşebilmek, kendi içimde doğanın o değişmez tekrar yasasını bulabilmek içinmiş. Seni düşünüyorum bazen. Senin için rüzgarların, ayın, yaprağın, sokağın dilinden yazdığın ve yaptığın o şarkılar nasıl bir var olma sebebi diye. 

Hakkında yazdığım şeyin kendisi olmak istiyorum sanırım. Yazı  bana "üzümlere bakarak kararma"nın bir güzelleşme yolu olduğunu, hatta güzelleşmenin bambaşka bir ihtimali olduğunu duyumsatsın istiyorum, sanırım. 


Dün -önceki günler olduğu gib- taş üzerine bir şiir yazmaya çalışıyordum. Çünkü Christmas ertesi 26 aralık'ta LA'nin çölünde bütün yol boyunca avucumda gezdirdiğim bir taşa söz verdim. O bana verdiği sözü tuttu. Şimdi sıra bende. Rüzgar, dağ, ot, bir dere suyu, biraz güneş ışığı, katırtırnakları, kumun sevinci, hüznü ve ağrısı arasında dolanıp durdum zihnimde. 


Sözcükler zihnimi ele geçirdiği anda uyuyakalmışım ve yine rüya gördüm. İkinci sarmaşık vakası. Salgın düş'ü. 


Yönsüz. Salmışım. Bulaşım gibi. Bir kaynağın içinden döllenmiş ve savrulan, ortada uçuşan ama görünmez bir duvara, belki kendi sesinin yankısına çarpıp yeniden ortada mayalanan bir imge sürüsü. Kara düzen sözcükler, duygular, hisler, niyetler. Su kabarcıkları gibi. Bir şey ısınıyor. Onlar birbirine çarpıyor, birbirinden uzaklaşıp kendi menzillerinin eşiğine varıyorlar. Ses duvarından geri çarpıp yine aynı yere. Kaynamayı beklemek. Yani kendinden taşmayı.


Sanki boğazımda bir yavru kumru sürüsü. Kimi çoktan keşfetti uçmayı, kimi hala korkak, kimi deneyip deneyip düşüyor. Uçan, uçamayandan daha iyi, daha güzel değil ama. Herkes kendi başına bir uçmanın bilgisi ve düşmenin aynı zamanda.


Ya da bir çölün yahut bir kumsalın kumlarıymışım. Ilık bir rüzgar, uçuşuyorum. Kimi zerrem denize, kimisi ise taş toplayan çocukların kirpiklerine koşuşturuyordu; kimi ise başka kumlara kapı komşusu oluyor. Ama herkes aynı rüzgarın ıslığıyla yeniden toplanıyor. Kimse kimseyi ezmeden, hiçbir zerrem diğerini üstelelemeden toplaşıyor. Öyle bir "bir aradalık hali". Rüzgar ne kadar esse de kimse o kadar sonsuza savrulamıyor. Belli belirsiz, adı konmamış bir sosyal mesafe yasası işliyor kumda. Herkes kendi meşrebiyle kendi serüveninin yolcusu ama her zerre yeniden dönüyor mayalandığı sınırın çekimine. Sen olsan "bu basbayaa tekillik Eylemcim" derdin. "Tekil çoğul olmanın halleri'sin" derdin belki de. Haklısın.


Bir su gibi sanki, dönüp dönüp kendi ortasında boğumlanan. Bir sözcük yumağı belki de. Yedi renkmiş ipleri yumağın ve birleşince beyaz görünüyorlar. Onu açmaya çalıştıkça, sözcüklerin de dili çözülüyor ve sözcükler bir kekemenin anlatma, dile gelme sevinciyle uçuşuyor. Belki ondandır, bir yorgunluk, kısmen bir daralma, anlatmak ne zormuş hissi. Duyguları biliyorsun içindeki ama manayı yaratamıyorsun bu uçuşan imgelerden gibi. Ne kadar anlatmaya kalksan duygular sözcüklerden daha yoğun. Duygu bir sözcüğün içine sığışamıyor. Her seferinde sözcüğün çeperi daha genişlesin istediğim bir şey. Taşı atmakla suya, halkaları kat kat açılsın. Ama görüyorsun, hiçbir açılma sonsuza değil. Her genişleme bir büzüşme nihayetinde. 


Böyle tuhaf rüyalar. Kendinden salmış, gevşemiş şeylerin rüyası. Yanı başımda uçuşan "tek perde tülün" gıdıklamasıyla uyanınca bir çocukluk hatırası ve dilimde şu birkaç dizeyle çıktım bu rüyadan. Onu paylaşıp, sana şimdilik hoşçakal demek istiyorum.


Sevgiler.

Eylem


Çocukluktan Uyanmak


uykusunda gülümseyen 

bir çocuk yüzüydü aşk 

ve başladığında

tüm rüyalar

içinde oynayacak 

bir su birikintisi bulmanın sevinci.


tüller ardında gülümseyen 

bir çocukluk ezanıydı aşk 

ve bastırdığında

sıcak ikindi vakitleri

yüzümüzü suya sürmenin çağrısı


Uyanınca öğreniyoruz

meğer su gibi bir şeymiş aşk, 

oynadıkça

kendi ortasında boğumlanıyor.

41 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Gül'den gelen

bottom of page